Siyasetten kahraman çıkmaz!

Selim Martin*

Atina’nın meşhur Kralı Aegeus birden fazla evlilik yapmasına rağmen tahtını bırakabileceği bir erkek evlat sahibi olamaz ve bir gün derdine çare bulabilmek için Delphoi Kahini’ne başvurur.

Atina’nın en yüksek mevkiine çıkmadan şarap tulumunun ağzını açıp şarabı tadarsan, bir gün duyacağın acı ve kederden kendi hayatına son vereceksin….

Kahinin bu kehaneti o kadar karışıktır ki, kral cevabın ne anlama geldiğini bir türlü çözemez ve evine dönmeye karar verir. Yolculuk sırasında uğradığı Korinth’de büyücü Medea ile karşılaşır. Büyücünün yalanlarının ve sihrinin etkisiyle Medea ile evlenmeyi kabul ederek onunla birlikte Atina’ya döner. Sıfıra sıfır elde var sıfır.

Maceramızın tam olarak başlaması için bir seyahate daha ihtiyacımız var. Kral Aegeus kısa bir süre sonra Troizen kentine giderek eski arkadaşları olan Pittheus ve Troizen’i ziyaret edecektir. Pittheus yaşadığı çağın en bilge kişisi olarak bilinir. Tabii ki bilge Pittheus kehaneti doğru yorumlayacak ve konuğu Aegeus’u sarhoş ederek kızı Aithra ile birlikte olmasını sağlayacaktır. Efsane bu ya, aynı gece Deniz Tanrısı Poseidon da Aithra’yı baştan çıkararak onunla beraber olacaktır.

Atina kralı Aigeus, sarhoş olup arkadaşının kızı Aithra ile beraber olduğunu ancak ertesi gün kendine geldiğinde anlar. Atina’ya dönmeden yol üzerindeki kudretli bir kayayı kaldırıp kraliyet kılıcını ve sandaletlerini saklar. Prensese, eğer bu birleşmeden bir erkek çocuk dünyaya getirirse, çocuk büyüyüp, kayayı kaldıracak duruma gelmedikçe babasının kim olduğunu söylememesini öğütler. Zira kralın şimdiye kadar erkek çocuğu olmadığından, kuzenleri tahtı yasal yoldan ele geçirmek için kralın ölmesini dört gözle bekliyorlardı. Hele bir de erkek çocuğu olduğunu duysalar, bebeği ve annesini öldürmekten kesinlikle çekinmezlerdi. Ah bu iktidar yolu hep mi kanlı olmak zorunda? İşte bu sebeplerle, doğan erkek çocuğa Theseus adı verilecek, babasının Poseidon olduğu etrafa yayılacak ve kimliği herkesten gizlenecektir.

THESEUS’UN CESARETİ

Yıllar geçerken Theseus da büyüyor, gün geçtikçe güçlenip yürekleniyordu. Söylenenlere bakılırsa, Theseus henüz küçük bir çocukken ileride ne kadar cesur bir savaşçı olacağının işaretlerini göstermeye başlamıştı. Mesela günlerden bir gün yüce Herakles, Pittheus’a konuk olmuş; hep sırtında gezdirdiği aslan postunu bir masanın üzerine bırakmış, saraydaki çocuklar konuğun kim olduğunu merak edip odaya geldiklerinde postu canlı sanarak korkup kaçmışlardı. Fakat içlerinden sadece yedi yaşındaki Theseus ondan korkmamış, mahzene inerek eline geçirdiği baltayla gerçek zannettiği aslana saldırmayı denemişti.

Theseus and Aethra, Laurent de La Hyre 1635- 1636.

On altı yaşına basınca annesi delikanlıyı malum kayanın önüne götürmüş, oğluna olan biten her şeyi anlatmıştı. Theseus da koca kayayı kaldırarak babasının altına sakladığı yadigarları ortaya çıkarmıştı. O zaman kral oğlu olduğu kanıtlanmış ve hemen Atina’ya gitmek üzere yola çıkmıştı.

Theseus, büyükbabasının ve annesinin yakarışlarına aldırmadan, gerçekten kral oğlu bir kahraman olduğunu halkına göstermek için güvenli deniz yolu yerine tehlikelerle dolu kara yolunu seçmiş; Atina’ya gelmeden bölgeye korku salan bir sürü dev, azman ve vahşi hayvanı yok ederek babasının karşısına bu ünle çıkmayı planlamıştı.

Kahramanımız yol üzerinde ilk olarak Epidauros’ta Periphetes adıyla bilinen canavarı öldürür. Periphetes, elindeki tunçtan gürzle hiç sebepsiz yolcuları öldüren bir kötüdür. Theseus onunla karşılaştığında önce elindeki gürzü ele geçirip sonra da bu canavarı kendi silahı ile öldürmeyi başarır. Cesur savaşçı yolda karşılaştığı ilk düşmanından aldığı ihtişamlı gürzü o günden sonra hep beraberinde taşıyacaktır.

Korint Kanalı’nın en dar yerinde, etrafa korku saçan ve kimsenin savaşmaya cesaret edemediği Sinis adında bir haydut yaşamaktaydı. Bölgede yaşayanlar ona Pityocamptes, yani “çam eğen” ismini vermişlerdi. Son derece güçlü bir yaratık olan bu dev, eğerek yere değdirebildiği çam ağaçlarıyla insanları öldürüyordu. Anlatılanlara göre Sinis, başına geleceklerden tamamen habersiz olan yolculardan ağaçları eğerken kendisine yardımcı olmalarını istiyor, kurbanları ağacı tutar tutmaz da onu bırakarak masum insanların metrelerce uzağa fırlayıp ölmelerini keyifle izliyordu. Bazen de kendisine yardım etmek istemeyen yolcuları yakalayıp, onları kollarından farklı ağaçlara bağlıyor ve ağaçları serbest bıraktıktan sonra da talihsiz, zavallı kurbanlar paramparça oluyorlardı. Theseus insanlara korku salan Sinis’le dövüşmek için onun yaşadığı ormana gidecek ve çok geçmeden devle karşılaşıp onu aynı insanlara yaptığı şekilde, çam ağacıyla fırlatarak yok edecektir.

Theseus daha sonra sırasıyla, masum insanları öldüren vahşi bir domuzu avlamayı başaracak ve dik kayalıklardan geçen yolcuları denize atıp canavar kaplumbağaya yem eden dev Skiron’u öldürecektir. Ee, taze kahramanımız başladı bir kere durmak bilmez. Yoldan geçen düşmanları güreşe zorlayıp, sıkarak öldüren dev Kerkyon’u kimselerin bilmediği güreş tekniklerini kullanarak yenecek, yolda yakaladığı yolcuları zorla evine getirip kiminin boyunu kesip kısaltan, kiminin boyunu çekerek uzatan Polypemon’a da aynı tarifeyi uygulayacaktır.

Theseus’un İşleri, kırmızı figürlü kylix, MÖ 440-430.

Herhangi bir kahraman için sıradan işler olarak görünen bu maceraların, Theseus’un, bir kentin, hem de Atina gibi büyük bir kentin yönetici varisi olduğu düşünüldüğünde, aslında bir nevi bayındır hizmeti olarak işlendiğinin altını çizmek gerekir. Kahramanlar elbette canavarları yenerler ama ancak yöneticiler kente gelen yolların güvenli olmasını sağlamakla yükümlüdürler. Theseus’un burada yaptıkları, kahramanlık görünümlü belediye hizmetinden başka bir şey değildir.

İyi bir yöneticinin yapması gerektiği gibi yolu güven altına alan Theseus, Atina’ya muzaffer bir edayla girecek, ancak büyücü Medea kahramanımızın kim olduğunu ilk bakışta anladığı için ona bir tuzak hazırlamakta hiç vakit kaybetmeyecektir.

Büyücü tarafından yayılan dedikoduya göre Theseus, düşmanların gönderdiği bir ajan ya da katildir. Bu esrarengiz yabancı Apollon Tapınağı’nda düzenlenen bir akşam yemeğine çağrılacak ve zehirli şarapla öldürülecektir. Bu arada kraldan böyle bir teklif alan kahramanımız büyük bir sevinçle, daveti kabul edip o akşam tapınağa geleceğini bildirir.

Anlatılanlara göre, hayatına mal olacak plandan tamamen habersiz olan Theseus, yemekte masaya konulan eti bıçakla kesemiyormuş gibi davranarak, babasının bir zamanlar kayanın altına koyduğu kılıcı kullanmaya kalkışır. Eğer bir çizgi filmde olsaydık, işte tam o an kralın kafasının üstünde bir ampulün yandığını görebilirdik. Kral ilk bakışta kılıcını tanıyacak ve onu kullananın da kendi öz oğlu olduğunu hemen anlayacaktır. Sahne donar, şarap kadehi devrilir, oğlan zehirlenmekten kurtulur, büyücü bir buluta gizlenerek saraydan kaçıp kaybolur.

Kral ve yıllarca varlığından habersiz yaşadığı oğlunun karşılaşması ve birbirlerine sarılmaları, Atinalıların o güne dek karşılaşmadıkları kadar dokunaklı olmuştu. Yabancının kimliğini masada bulunanlara açıklayarak Theseus’un tahtının varisi olduğunu herkese ilan eden kral Aegeus, ülkedeki bütün mabetlerde ateşler yakıp tanrıların heykellerini hediyelerle donattı. Ayrıca yüzlerce besili öküz de tanrılara kurban olarak sunuldu. Şenliklerde köylüler ve soylular aynı masalarda oturarak aynı yiyecekleri aynı kaplardan yediler. Atina’da yaşayan herkes, yeni veliahtlarının kahramanlıklarını birbirine anlatıyor, bu cesur adamı öven şarkılar söylüyordu.

TAHT SAVAŞLARI VE GÜNAHLARDAN ARINMA

Babanın oğlunu kılıç olmadan tanımamasından, bu aile saadetinin çok uzun sürmeyeceğini tahmin etmişsinizdir. Gelsin peş peşe yeni belalar. Hem kral varisi hem de kahraman olmak öyle kolay değil!

İlk belamız bu sırada dört gözle tahtı bekleyen kuzenler. Pallas ve 50 oğlu, Theseus adında birinin ortaya çıkarak hayallerinin köküne kibrit suyu döküğünü anlayınca, Aegeus ve sürpriz oğluna saldırmaya karar verirler. Ancak Theseus, tuzağı fark edecek ve Pallas ve 50 oğlunun 25 tanesini ölüme yollayacaktır.

İşte buraya kadar, bilinen kahramanlık öykülerinin bir çeşitlemesi gibi görünen bu mitin aslında bir yönetim-siyaset ürünü ve sonradan kurgulanan bir efsane olduğu, bundan sonraki bölümlerden rahatlıkla anlaşılmaktadır.

İlk saldıran kuzenler olsa da her halükarda akraba öldürdüğü için Theseus’un cezalandırılması ve bu ölümcül günahtan arındırılması gerekir. Bundan sonra Atinalıların hayatını zorlaştıran durumları, olayları çözmek, tehdit edici canavarlardan kurtulmak kahramanlık namına değil, günahlarından arınmak için yapılması gereken ve bizzat kentteki soylular/ sözü geçenler tarafından verilen görevler adına olacaktır.

Kentin arınma adına verdiği görevleri anlatan metinler biraz dikkatli incelendiğinde, aynı zamanda tarihsel bir dönüşümü açıklamaya yönelik detaylar da barındırdığı görülebilir. Bu bakımdan Theseus miti, bölgede egemenliğin Girit’ten Yunanistan halklarına geçtiği bir zaman aralığını, efsaneler üzerinden açıklamaya çalışmanın bir ürünü olarak da düşünülmelidir.

İlk görev; Marathon Ovası’nda yaşayan, burnundan alevler saçan ve yoldan geçen yüzlerce yolcuyu yakalayıp acımasızca öldüren boğayı ortadan kaldırmaktır. Açıkça yolların güvenliği adına bir başka bayındırlık hizmeti içeren bu görevde, Theseus boynuzlarından tuttuğu boğayı Atina sokaklarında bir müddet gezdirecek, sonra tanrılara kurban etmek için Akropolis’e götürecektir. Mesaj iki yönden de açık; Girit kaynaklı zorbalıkların sonu gelmekte ve Atina’ya ulaşan yollar, bizzat yönetici tarafından güvenli hale getirilmeye devam edilmektedir.

İkinci görevin ilkinden daha zorlu, daha ölümcül fakat aynı amaca hizmet ettiği aşikar. Girit Kralı Minos, her dokuz yılda bir Atinalılardan yedi bakir erkek ve yedi bakire kızdan oluşan bir haraç alıyordu. Bu çocuklar Girit’e gelir gelmez Minotauros’un yaşadığı labirente bırakılıyor ve canavara yem ediliyordu. Bir yerleşimin diğerinin üzerinde kurduğu tahakküm herhalde daha net anlatılamaz. Vergi-haraç olarak çocukların ellerinden alınması çok korkunç olsa da Atinalıların bu zamana kadar başka çareleri yoktu. Şimdi var; gel bakalım Theseus, geç çocuklardan birisinin yerine, git o acayip yaratığı öldür, kentimizi bu utanç verici haraçtan kurtar. Açıkça bir ölüm yolculuğu olan bu göreve katılmak dışında bir seçeneği olmayan kahramanımız, gücünün yanına zekasını da katmadan işin içinden çıkamayacağını bildiği için oyununu daha yola çıkmadan kurnazlıkla kurmaya başlar. Bunun için de yanına genç kızlardan ikisinin yerine, cesareti ve kurnazlığı ile meşhur iki savaşçı almaya karar verir. Onlardan kızlar gibi davranıp onların giysilerini giymelerini, vücutlarına güzel kokular sürmelerini ve uzun saçlarını kadınlar gibi taramalarını ister. İşte bir kahraman yerine yönetici öyküsü işlediğimizin bir başka kanıtı; gerçek kahramanlar işin başında cesur savaşçılardan takım kurmaz, ancak yöneticiler sorunların üstesinden ilgili konularda uzmanlığı-tecrübesi olanlar aracılığıyla gelir. Neyse efendim çıkalım yola, varalım Girit’e.

Theseus Minotouros’u yeniyor. Pompeii duvar resmi

Kral Minos’un kızı Ariadne, kahramanımızı görür görmez ona âşık olacak ve hem yarı boğayarı insan Minotauros’un zayıf noktasını hem de o karmaşık labirentten çıkış yolunu Theseus’un kulağına fısıldamaktan geri durmayacaktır. Tuzak hazır, savaşçılar yerinde, içerden istihbarat da tamam. Theseus’un canavarı öldürüp, labirentten tüm çocukları çıkartıp gemiye bindirmesi artık çocuk oyuncağıdır.

Adanın prensesi Ariadne’de aşkının peşinde Girit’ten ayrılacaktır. İlk durak Naksos adası, yorgun savaşçılar dinlenecek, korkmuş çocuklar kendine gelecek, iyi bir uykudan sonra tekrar yola çıkılacaktır. Lakin bir kişi eksik; Theseus, Ariadne uykudayken yanından sessizce kalkacak, gemisini ve yoldaşlarını toplayıp yoluna devam edecektir. Prenses uyanıp da kendisini terk edilmiş bir halde bulduğunda büyük bir acı içerisinde ülkesine ve ailesine karşı işlediği suçu düşünüp günlerce ağıtlar yakacak, Theseus’a onulmaz beddualar edecektir. Buyurun bir delil daha; hangi kahraman bir genç kadını hatta bir prensesi uykusunda terk eder? Ama yöneticiler, düşmanına bile ihanet eden birisini yanında bulundurmaktan imtina ederler, zira bugün ona ihanet eden yarın sana da edebilir. Bu arada sevgili okuyucu, terk edilen Ariadne’ye üzülmeyi bırakabilirsiniz. Çünkü biraz sonra Naksos Adası’na Dionysos gelecek, Ariadne’yi görür görmez aşık olacak ve onunla evlenecektir.

KRAL ÖLDÜ, YAŞASIN YENİ KRAL

Bizim Atina tahtının varisini bunca gezdirdiğimiz, görevden göreve sürüklediğimiz yeter. Artık yavaşça tahtın başına geçme vakti geldi. Girit dönüşü gemilere yelkenler takılacaktır, evden çıkarken sözleşilmiş; beyaz yelken her şey yolunda, siyah yelken ise cenaze törenini hazırlayın demek. Ne var ki olayların heyecanıyla sözünü unutan Theseus dönüş yolunda siyah yelkenleri kullanacaktır.

Kral Aegeus heyecanla kent surlarında bir o yana bir bu yana dolaşmaktayken, ufukta kendi gemileri görünür, ama o da ne? Siyah yelkenler sarmış gemiyi! Emin olmak için bir süre daha beklerken; aklına çocuğunun annesini hamileyken terk ettiği, 16 yıl boyunca çocuğundan hem de tek erkek çocuğundan habersiz yaşadığı, oğlunun kendisini ispatlamak adına türlü badirelerle babasının yanına ulaştığı, babasının tahtını korumak için akrabalarını öldürmek zorunda kalıp cezalandırıldığı, biricik oğlunu defalarca kendi eliyle ölüme gönderdiği gelir. Yani çocuğunun kısacık ve zorlu ömrü bir film şeridi gibi kralın gözünün önünden geçer. Keşke iyi bir baba olup çocuğunu saraylarda bolluk, refah ve huzur içinde büyütseydi. Bu acıya ve vicdanının sesine dayanamayan kral kendini surlardan denize atacak, kendisi ölürken atladığı denize de ismini verecektir. Aegeus (Ege).

Theseus olan bitenden habersiz büyük bir coşkuyla karşılandığı Atina’da karaya ayak basar basmaz, kendisine yardım eden tanrılara kurbanlar sunup onlara tekrar dualar edecek ama bu sırada babasının kendi hatası sonucu öldüğünü öğrenmesi ise onun için tam bir yıkım olacaktır. Ne yapalım, olan oldu. Kral öldü, yaşasın yeni kral. Theseus artık resmi olarak Atina’nın kralıdır ve öyküden de açıkça anlaşılacağı gibi Girit Krallığı’nın başta Atina olmak üzere, Ege kıyısı kentlerin üstünde bir hakimiyeti kalmamıştır.

Atinalıların coşkulu tezahüratları eşliğinde tahta çıkan Theseus ilk iş olarak, tüm düşmanlarını öldürüp ülkede kalıcı bir barışı sağladı. Bunu yaptı yapmasına ama yaparken işlediği cinayetler yeni bir arındırma sürecinin de başlamasına neden oldu. Ceza ilan edildi; bir başka kentin kralına bir yıl hizmet!

Bir yılın sonunda ülkesine dönen Theseus, bölgede synoikismos (birlikte yaşama) ilan etti ve yerel yönetimi ortadan kaldırarak, birkaç küçük şehir devletinin gücünü etkili bir şekilde pekiştirdi. Sonra ülkenin dört bir yanına elçiler gönderip, kentlerin ileri gelenlerini Atina’ya davet etti. Büyük gruplar halinde gelenleri topraklarının farklı yerlerine yerleştirdi, halkı sınıflar halinde ayırarak hepsine çok önemli görevler verdi. Tabi bunlar olurken, ortadaki karmaşadan da bahsetmemek olmaz.

Theseus ne zaman yetkilerini meclise bırakıp; kendisi kahraman sıfatıyla (korkutucu gücüyle) toplumun önde gelenlerini, soyluları, toprak sahiplerini yeni düzene ikna etmek için görüşmeler yapmaya gitse kent karışıyor, birileri yönetimi eline geçirmeye çalışıyordu. Peki tamam Atina’dan ayrılmayayım, yerime elçi göndereyim dese, güç odaklarını yeni sisteme bir türlü ikna edemiyordu. Anlayacağınız iki arada bir derede, hafta içi yönetimde, hafta sonu kahramanlıkta sürüklenip durarak iki önemli toplumsal rolü aynı anda yapmaya çalışıyordu.

Neyse efendim düzen öyle ya da böyle bir şekilde kuruldu, sistem çalışmaya başladı derken bu sefer de ülkeyi önce komşularla olan yanlış anlaşılmalar yordu, sonra amazonların saldırısı ardından da kıtlık vurdu. Theseus her bir sorunda ya yönetimi tekrar eline alıyor ya da kahraman olarak ortaya atılıyordu. Bu ikilik sürüp gidecek, sonunda kahramanımızı ortadan çatlatacak derken bir başka karakter ortaya çıkıp olayların seyrini değiştirecekti.

İKİ KRAL, İKİ KAHRAMAN, İKİ CESUR DELİ

Peneus Nehri kıyılarında yaşayan Magnetlerin kralı Peirithoos, Theseus’un maceralarından çok etkilenmiş, kahramanın cesaretini sınamak için sürülerinden birkaç tanesini çalmaya karar vermişti. Theseus peşine düştüğü hırsızın aslında kendisi gibi cesaret öyküleriyle tanınan bir soylu kişi olduğunu anladığında kovalamaca sonlanmış, yepyeni bir dostluğun ilk adımları atılmıştı. İki kral, iki kahraman, iki cesur deli bir araya gelince olayların normal seyrinden uzaklaşacağı, okun yaydan, trenin raydan, insanların zıvanadan çıkacağını sanırım hepiniz tahmin etmişsinizdir.

İki yoldaş kendilerine eş olarak Baştanrı Zeus’un kızlarını düşünürler. Zeus’un güzelliği dillere destan olan kızı Helena henüz küçücük bir çocuk ama ileride dünyaları birbirine katacağı da belli. Şimdiden kaçırmak en iyisi de asıl zor olan Helena’nın hangisine eş olacağına karar vermek. Önce kaçıralım, sonrası kolay diyen kahramanlar, Artemis Tapınağı’nda dua eden Zeus’un kızını atlarının terkisine atıp uzaklaşırlar. Sonra ilk molada çektikleri kuradan Theseus galip çıkınca, Peirithoos’a da aynı şan ve güzellikte bir eş düşünmeye başlarlar. Tam bu sırada ülkede baş gösteren kıtlık artık dayanılmaz hale gelir. Halk, yönetimi ve aynı zamanda kahramanlığı da bırakıp, eş peşinde koşan Theseus’a tepki göstermeye başlayınca, iki delibaştan bugüne kadar görülmemiş çılgınlıkta bir fikir ortaya çıkar.

Kıtlık neden var? Çünkü bereket tanrıçası Demeter ancak kızına kavuştuğu zaman mutlu oluyor, toprak da ancak o zaman coşup ürün veriyor. Persephone yılın sadece üçte birinde annesine kavuşuyor; biz Persephone’yi yer altından kaçırırsak, yılın her günü birlikte olurlar. Demeter de artık hiç üzülmez, toprak her mevsim ürün verir, bolluk bereket olur, kimse aç kalmaz. Hem de Zeus’un kızlarından en az Helena kadar güzel ve şanlı Persephone de Peirithoos’a eş olur. Ne cin fikir ama; bir taşla iki kuş!

Bizim iki deli, nasıl bir yol izleyeceklerini öğrenmek adına önce kehanet merkezine başvururlar. Kahinlerin, “gidin karısını Hades’ten isteyin” gibi alaycı lafları akıllarını bir parça başlarına getirse de sözlerinden dönmemek adına yola koyulur, ellerinde kılıçları ile Tartaros’a iner, Tanrı Hades’in karşısına dikilir, Persephone’yi ondan isterler.

Karanlık bir sahne; enfes yiyeceklerle dolu bir masa ve etrafında süslü sandalyeler, duydukları karşısında soğukkanlı görünmeye devam eden ölüler ülkesinin tanrısı konuklarını gülümseyerek ziyafete davet eder. İki kral “unutkanlık sandalyesine” oturur ve hemencecik yapışıp kalırlar. Çünkü ölüm önce unutmak ve unutulmaktır. Tanrının yüzünde korkutucu bir gülümseme, konukların etrafını saran yüzlerce yılan onlara işkence etmekteydi. Her acı önce hissedilip sonra unutuluyordu, sonra bir daha, bir kez daha. Tanrılara karşı gelmenin nelere yol açacağını en acı şekilde öğrenip öğrenip unutmak… Daha kötü bir ceza olmasa gerek!

Herakles, Theseus ve Peirithoos.

Evet sevgili okuyucu, tanrısal ceza da devreye girdiğine göre öykümüzün burada tamamlanması gerekir değil mi? Kim tanrıların lafının üstüne söz söyleyebilir ki?

Birileri söyler; gerçek halk kahramanları…

Bizim yüce Herakles (nam-ı diğer Herkül) bir gün görev icabı ölüler ülkesine üç başlı köpeği (Kerberos) almaya gitmek üzere yola çıkar. Yer altına giden girişlerin birine doğru ilerlerken Atinalılar yolunu keser, kralımız Theseus kıtlığı sonlandırmak adına ölüler ülkesine indi, daha da dönmedi, lütfen onu kurtar bize getir diye yalvarırlar. Herakles Tartaros’a inip de köpeği yakalarken, ziyafet sofrasında oturan konukları görür ve çocukluğundan hatırlayıp Theseus’u tanır. Persephone’ye kralların serbest bırakılması için ricada bulunur. Tanrıçanın bunun için bir şartı olacaktır. Eğer Herakles tutsakların etrafında nöbet tutan canavarları yenebilirse istediğini yapmakta özgürdür. Beklendiği gibi yeryüzünün en güçlüsünün bu yaratıklarla başa çıkması fazla uzun sürmez. Önce Theseus’u yapıştığı sandalyeden insanüstü bir kuvvetle çekip kurtarır. Söylenenlere göre, Theseus yapıştığı yerden kurtulmaya çalıştığı sırada vücudunun bir parçası sandalyede kalmıştı. Antik metinlerde sıklıkla bahsedilen, Atinalıların kalçalarının neden bu kadar zayıf ve etsiz olduğu sanırım bu şekilde açıklanıyor olmalı! Sıra Peirithoos’a gelmişti ki, aniden yer sarsılmaya başladı. Herakles bundan tanrıların bu günahkar ölümlüyü serbest bırakmayı kabul etmediklerini anlayarak onu kurtarmaktan vazgeçti. Çünkü bu ölümcül yolculuğa çıkmayı o şart koşmuştu.

Kurtulan Theseus’un, kentinin başına dönüp kahramanlığa tövbe etmiş olması herhalde bu efsanelerin aslında yönetici öykülerini aktardığının en büyük delili olsa gerek. Zaten gerçek bir halk kahramanı başka bir kahraman tarafından kurtarılmaya asla muhtaç olmaz değil mi?

İşte canım okuyucu hem iktidar hem de yapısı gereği tam da o iktidarın karşısında, halkın yanında konumlanması gereken kahraman aynı kişi olamaz! Batılılar buna diyalektik, bizler de “eşyanın tabiatı gereği” deriz.

Bir gözü krallıkta, iki eli kahramanlıkta, diğer gözü kadınlarda; arkadaş ortamında deli, koltuk başında acımasız ancak kent güvenliğinde başarılı bu arkadaşa, en azından tüm bu çabasının hakkını veren bir sözle, hemşehrisi Atina halkının kahramanına biçtiği sonsuz rolü gösteren yerel bir özdeyiş ile veda edelim:

Theseus’suz hiçbir şey yoktur.

*Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Öğr. Gör.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir